8.1 C
Almanya
Salı, Nisan 23, 2024

Pazartesi Yazıları: “The founding fathers”* – Kenan Çığır

Emma ürkek bakışlar ve kalp çarpıntısıyla sessizce ofisine doğru yürümeye çalışıyordu. Azılı Cumhuriyetçi patronu Albert onun arkasından hala söyleniyor; ağıza alınmayacak hakaretler, kişiliği ve davranışları ile dalga geçmeler gırla gidiyordu. Tam da zamanında çalan paydos zili imdadına yetişmiş, kendini hızla New York’un kalabalık caddelerinden birine atmıştı.

Aklı Albert’in söylediklerinde çakılı kalmış, geride çok geride kalan hayatını tekrar düşünmeye çalışmıştı. Albert söylediklerinde ne kadar da haklıydı!

Kaliforniya Nevada sınırında South Lake Tahoe kasabasında yaşadığı günler ne kadar zor, ne kadar meşakkatliydi. Çocukluk yıllarında kasabaya içme suyu yeni gelmişti. Kasabanın tam ortasına havuz büyüklüğünde bir gölet yapmışlar; dağdan gelen suyu burada toplamışlar, diğer taraftan açtıkları delikle sirkülasyon sağlayıp huzurla eserlerini seyretmişlerdi. Su gelmişti ama her gün su içmek için sırada beklemek ızdıraptı. Çünkü bardak yoktu! Kasaba halkı göletten avuç avuç su içiyordu. Emma o günleri düşündüğünde Albertin haykırışı kulaklarında çınlıyordu: “Bizden önce bardak mı vardı, nankör kadın!” On sekiz senede ülke nereden nereye gelmişti. Tabi ki nankörlüktü onun yaptığı!

Kasabada bozulmasın diye ihtiyaç kadar balık avlanırdı. Buzdolabı ya da herhangi bir soğutucu yoktu. Ahh Henry ahh… ürettiği arabaları sadece şehirdekiler alabildiği için, ticaret de yoktu. Ne vardı ki? Üniversite yoktu, fabrika yoktu, cep telefonu hiç yoktu. Kıçında donu olmayan bir balıkçının cep telefonu alması… ne münasebetti canım!

Emma, göl kenarında kurulu balıkçılıkla yaşayan bu kasabada, her gün bir sorunla boğuşmaktansa büyükşehire kaçmıştı. Yaşı yirmiydi.

O yıl… 2055’de başkanlığa Eric Trump seçilmişti. Babası gibi yetmişli yaşlarında işte Beyaz Saray’daydı. O seçildiğinde ülke yokluklarla boğuşuyordu. Eric, önce bardak ürettirmiş, buzdolabı ve çamaşır makinesini her eve sokmuştu. Tarım ve hayvancılığı destekliyor; ecdat tohumunun kullanılmasını şart koşuyor, bankaların el koyduğu tarlaları köylüye iade ederken, saman ve hayvan ithal iznini iptal ediyordu. Hayvancılıkla uğraşanlar büyük bayram yaşıyordu. Artık sattıkları hayvanların maliyetler altında inim inim inleme günleri geride kalıyordu. Anayasada başkanlık seçimine katılımda sınırı kaldırmış, “İstediği ve seçildiği kadar” diye değiştirmişti. Büyük hedefleri vardı: Bu ülkede her parçası yerli olan araba, uçak, jet bile üretilecekti. Lakin asıl hedef üretmek, büyümek, sağlık ve mutluluk değildi. Hedef; Donald’ın başaramadığını başarmaktı. “Kurucu Babalık” rüyalarını süslüyordu.

1776 yılında bağımsızlık bildirgesini imzalayan ve adını tarihe yazdıran o on kişiden ne eksiği vardı? O da bu ülkenin babasıydı! 2076 yılı ise biçilmiş kaftandı. Tam üç yüz yıl sonra anayasayı değiştirir, George Washington’un ismini çıkartıp altın varakla kendi adını yazdırabilirdi. Amerika yeniden kurulmuş olurdu, ilk baba… hatta babaların babası kendisi olurdu. Milyarlarca doları, katar katar altınları, sarayları, otellerinin yanı sıra bir de ülkesi olurdu! Asıl mutlak gerçekleştirilmesi gereken Evanjelizm’di…

Kutsal Kitap İncil’in otoriter yapısı ön plana çıkartılacak, bireysel dindarlıktan taviz verilmeyip herkes dinin askeri yapılacak, İncil’in mesajı yayılarak, cemaat yeniden canlandırılacaktı. 2076 yılı hızla geliyordu. Yavaş yavaş kamuoyu oluşturmalı, “yeniden kuruluş” fikri tartışılmalı, senatörler taşın altına ellerini koymalıydı.

Tetikçi senatörler Tyrone ve Bernard oltayı suya atmaya başlamışlar, demokratlar yemi yutmuş oltanın ucunda çırpınıp duruyorlardı. Böyle demokratlık düşman başındaydı. Her zaman olduğu gibi, demokratlıkları kendi ayaklarına ve ülkenin geleceğine kurşun sıkmaktan başka işe yaramıyordu. Sözde demokratlarda kopmalar başlamıştı. Eric, Abraham Lincoln’i sevmese de onun düşüncesini sonuna kadar uyguluyordu:

“Düşmanımı dostum haline getirerek imha ederim!”

Beyaz Saray’a sonradan eklenen Bahçeli Köşk ve Amerika’nın her yeri; kendini her düşünceden, her seçim sonucundan üstün gören, ince ince hesaplanarak patlatılmış milliyetçi ve demokrat kaynıyordu.

2076 ya iki yıl kalmıştı. Plan tıkır tıkır işliyordu…
Amerika tarihinin en karanlık, en vahşi, en çaresiz günleri yaklaşıyordu. New York belediye başkanı Bill ve yandaşları açık açık itiraf ediyordu:

“Muhalifler belirlendi, evler tesbit edildi, halkımızı zor tutuyoruz. Kızılderili katliamlarından daha büyük bir katliam bekliyor Amerika’yı!” diyorlardı. “Ya kabul edecekler, ya da ölecekler!” diye nara atan atanaydı.

Amerika’da adalet ölmüştü… Bu açıklamaları yapanlara dokunulmuyor, “Öğrenciler göz bebeğimiz” diyenler “Halkı kin ve nefrete teşvikden” tutuklanıp, işkence görüyorlardı. Eric, üniversiteleri düşman ilan etmişti. Harvard ve Stanford üniversitelerini içten fethedip yıkmak için her şeyi yapacaktı. 2076 bilimin ve aklın yılı değil… Evanjelizm yılı olmalıydı.

Emma korkuyordu. Onun gibi halkın büyük bir kısmı da korkuyordu… Aşağılanan, her gün hakaret edilen, alay edilen halk sadece korkuyordu! Eric yanlılarında silah ve her türlü teçhizat vardı. Ülkeyi kana bulamaktan, kendileri gibi düşünmeyenlerin kafa derisini yüzmekten çekinmiyorlardı. Yıllar yıllar içinde evangelist asker ve polis bilinçli bir politikayla arttırılıp desteklenmişti. Amerika’yı gücün getirdiği şehvet ve korkunun getirdiği pesimizim bulutları çepeçevre kuşatmıştı.

Üç yüz yıl süren bir reklam kuşağı artık bitiyordu…

Aynı yılda ve aynı yarı kürede… Kadim bir coğrafyada irili ufaklı bir çok devletteki belli yaşın üstündeki insanlar; “Biz bu filmi yaşadık! Bir kişinin ikbali için yitirdiklerimize göz yuman ecdadımızı hayır ile yad etmiyoruz ve Amerika için çok üzülüyoruz!” diye fısıldaşıyorlardı.

Kadim coğrafyanın kin, kan ve gözyaşından kurulu varlığı, bin yıllarca daha parçalanmaya devam edecekti…

* “The founding fathers”: Kurucu baba

Son Haberler

İlgili Haberler