4.1 C
Almanya
Perşembe, Nisan 25, 2024

İstanbul’un Rus misafirleri

YEŞİM PÜTGÜL

Bakmayın birkaç yıl önce Rusyayla yaşadığımız gerilime. Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkiler, 1919’da 150 bin Rus’un İstanbul’a göçmesi ve sonraki on yılın ‘Beyaz Yıllar’ olarak anılmasını sağlayacak kadar köklü.

Ülkemizdeki Rus varlığı öylesine köklü ki… Bırakın Glasnost politikasının ardından SSCB halklarının Karadeniz’e yaptığı çıkartmayı ya da hemen ertesinde sıcak Akdeniz sahillerine akmalarını… Türkiye’deki Rus varlığı bunlardan çok önceye, 1919 yılına dayanıyor. Kısacası bu günlerde, Doç. Dr. Bülent Bakar’ın ilk baskısı 2012’de yapılan Beyaz Ruslar – Esir Şehrin Misafirleri kitabını okumanın tam zamanı.

Tarihçi Kitapevi tarafından yayınlanan kitapta, mütareke döneminde İstanbul’a iltica etmek zorunda kalan Bolşevik muhaliflerin ki kendilerine Beyaz Rus denilmekteydi; gerçek trajedileri anlatılıyor. Beyaz Rus tabiriyle bir ırk kastedilmiyor. Kızıl devrimi yapanlara karşılık olarak kullanılan Beyazlar ya da Beyaz Rus ifadesi, siyasî bir ifade ve her ırktan Bolşevik muhalifi kapsıyor.

 

150 BİN BEYAZ RUS İLTİCA ETTİ

1919 yılından itibaren Rusya’dan ayrılmaya başlayan Bolşevik muhalifler çeşitli şehirlere sığındı. 1920 yılı başında da Beyaz Rus adı verilen yaklaşık 150 bin sivil ve asker, Kırım limanlarından kalkan vapurlarla İstanbul’a iltica etti. İtilaf Devletlerinin işgali altındaki esir şehir İstanbul, Beyaz Rusların sığınağı oldu. İstanbul’daki Beyaz Rusların bir kısmı hemen, bir kısmı yıllar sonra başka ülkelere göç etti, binlerce Beyaz Rus da, İstanbul’da kendisine yeni bir hayat oluşturmaya çalıştı. İş kurdular, Türk vatandaşlığına geçtiler. Kaderlerini Türk toplumuyla, Türkiye ile birleştirdiler. İstanbul’da, 1919′dan 1930′ların sonuna kadar varlıklarını her alanda hissettirdiler. Bu arada şehrin sosyal yapısını derinden etkileyerek, eğlence sektöründe ve güzel sanatlar alanında önemli izler bıraktılar. Kısacası, 1920′li ve 1930′lu yılların ‘Beyaz Yıllar’ olarak anılmasını sağladılar.

Sema Küçükailoğlu / 1894 Depremi ve İstanbul

Yerin derinliklerinden bir homurtu yükseldi

Dr. Sema Küçükalioğlu Özkılıç’ın 1894 Depremi ve İstanbul adlı kapsamlı araştırması, “Deprem değil bilgisizlik öldürür” sözünün doğruluğunu bir kez daha ortaya koyan bir araştırma.

İstanbul’da 342 yılından ‘Büyük İstanbul Depremi’ olarak anılan 1894 depremine kadar yüzlerce sarsıntı ve yıkım yaşadı. Özellikle 1999 yılından sonra İstanbul ve deprem kelimesi, yan yana telaffuz edilmesine çok alıştığımız iki kelime haline geldi.

Dr. Sema Küçükalioğlu Özkılıç, Türkiye İş Bankası Yayınları‘ndan çıkan 1894 Depremi ve İstanbul adlı bu kapsamlı çalışmasında, başkenti beşik gibi sallayan 1894 depremini, kamuoyunda yaşanan tepkiler, yerli ve yabancı basındaki yansımalar, devletin yaklaşımı, yurtdışından yapılan yardımlar ve sonrasındaki imar çalışmalarını da içerecek biçimde ele alıyor. Çalışmanın en önemli özelliklerinden biri, bugün çoğunun izi bile kalmamış pek çok binanın saptanmasını katkı sunacak olan “1984 Depremi’nde Hasar Gören Yerleri Gösteren Envanter”in de kitapta yer alması.

ARKA ARKAYA ÜÇ SARSINTI

İstanbul’da 10 Temmuz 1894’te öğle ezanı sırasında meydana gelen ve yerin derinliklerinden gelen müthiş bir homurtuyla başlayan sarsıntılar, uzmanlara göre 17-18 saniye sürdü. Deprem insanları, alışverişte, yolda, okulda, camide, kısacası günlük hayatın içinde yakaladı. Meydana gelen ilk sarsıntının daha kısa sürmesi ve yatay eğimli olması, insanlara kaçma olanağı sağladığından ölü ve yaralı sayısı depremin yarattığı yıkıntıya kıyasla çok daha azdı.

Depremin büyüklüğünün ve yaşananları, İngiliz sefaretinde görevli George H. Clifton’un kızı Lady Neave şöyle aktarıyor:

“… Tüm zamanların en şiddetli sarsıntısıyla duvarlar çatlıyor, biblolar raflardan aşağı düşüyor, tablolar çivilerinden sökülüyor ve her yandan canhıraş kadın çığlıkları yükseliyordu. O sırada kendimi dev bir mengeneyle ezilen bir fındığın içindeki küçük bir kurtçuk gibi hissettim. Etrafımızdaki her şey sallanıyordu ve bahçeye ulaşana kadar sanki asırlar geçmişti. Her yanda bacalar ve duvarlar yıkılıyor, minarelerin tepeleri aşağı üşüyor ve kocaman bir toz bulutu yükseliyordu. Kendini sokağa atan korku dolu kadınların ve çocukların çığlıklarını ve ihtiyar adamların heyecanlı bağırışlarını bastıracak şekilde havlayan köpekler, anıran eşekler, kişneyen atlar, öten horozlar, korku içinde çırpınan ve bir araya toplanan küçük kuşlar, hüküm süren dehşet ve karmaşayı iyice arttırıyordu.”

Radi Dikici / Four Istanbul

İstanbul’un 2 bin 600 yıllık tarihi

Radi Dikici’nin üçüncü baskıya ulaşan kitabı Dört İstanbul, Four Istanbul adıyla İngilizce’ye çevrildi. Kitapta, ‘Şehirlerin Kraliçesi’ İstanbul’un M.Ö. 657 yılında Kral Byzas tarafından kurulmasıyla başlayan ve 1924’te Osmanlı hanedanının sonuna uzanan yaklaşık 2 bin 600 yıllık öyküsü anlatılıyor. Bizans, Augusta Antonina, Konstantinopolis ve Osmanlı’nın İstanbul’u adıyla kentin dört dönemini birçok bilinmeyen yönleriyle bir roman tadında sunan kitapta kentin çağlar boyu sosyal yaşamın merkezi haline gelişi, ilk üniversitenin kuruluşu, bugünkü hukuk düzeninin temellerinin oluşumu, Hıristiyan inancının tespit edildiği İznik Konsili ve Akidesi, 54 gün süren fetih ve 471 yıllık Osmanlı yönetimi, harita, resim ve tablolar gibi görsel araçların da yardımıyla anlatılıyor. Kitabın İngilizcesi de Remzi Kitapevi tarafından yayınlandı.

 

Nilay Köse, Mesut Meyveci /

İstanbul’un 100 Hanım Çeşmesi

İstanbul çeşmeleri kadınlardan sorulur

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür Yayınları, İstanbul’da kadın eli değmiş 100 çeşmeyi, İstanbul’un 100 Hanım Çeşmesi kitabında topladı. Kitapta yer alan eserler, Topkapı-Suriçi başta olmak üzere İstanbul’un iki yakasının ara sokaklarında yüzyıllardır varlığını sürdüren çeşmeler arasından seçilmiş. Kitap, mimarlık ve tarih meraklılarına kaynak olma özelliği taşımasının yanı sıra, İstanbul’a büyük eserler kazandıran Esma Sultan, Bezmiâlem Valide Sultan, Mihrişah Sultan, Mahpeyker Kösem Valide Sultan, Safiye Sultan ve Nurbanu Sultan gibi hanım sultanların daha iyi tanınmasını da amaçlıyor.

 

Filiz Acar, Fatih Sultan Kar / Hatıralarla İETT

Geçmiş zaman olur ki…

Bugün faaliyetleri sadece kent için ulaşımla sınırlı olan İETT, bir zamanlar pek çok alanda pek çok ilke imza atan; bünyesinde milli atletler barındıran bir kuruluştu.

1871 yılında kurulan, günümüzde sadece kent için toplu ulaşım hizmeti sunsa da bir zamanlar elektrik ve havagazı dağıtımından da sorumlu olan İETT’nin (İstanbul Elektrik Tramvay ve Tünel İşletmeleri ) yaklaşık 150 yıllık geçmişi, Hatıralarla İETT adıyla kitaplaştırıldı. Filiz Acar ile Fatih Sultan Kar imzasını taşıyan çalışmada, bu köklü kuruma emeği geçen sanatçılar, siyasetçiler, sporcuların yanı sıra halen görevde olan emektar şoförlerle yapılan söyleşilere de yer verilmiş. Kitaptan, Türkiye’nin ilk psikoteknik laboratuvarının İETT bünyesinde kurulduğunu; dünyanın ikinci metrosu Tünel’in açılışıyla İstanbul’da pek çok şeyin değiştiğini; bir zamanlar otobüslerde kadın biletçilerinin görev yaptığını; İETT logosunun nasıl çizildiğini ve logonun anlamını öğreniyoruz.

MİLLİ SPORCULAR YETİŞTİRDİ

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sayesinde İETT’nin bir zamanlar başarılı bir futbol takımı olduğundan haberdarız. Peki ya diğer spor dalları? İETT spor kulübü kurulduğu yıllarda o denli etkinmiş ki bünyesinde sadece ünlü futbolcular çıkmamış. 1971 yılında Türkiye Şampiyonu olan voleybol takımı da bu kulüpten çıkmış, Türkiye rekorları kıran koşucular, cirit atıcıları ve güreşçiler de… Milli atletler yetiştiren İETT Spor Kulübü’nün, bir zamanlar yakından takip edilen kulüplerden olduğunu yine bu kitap sayesinde öğreniyoruz.

BENİ TÜRKAN ŞORAY İSTEMEDİ”

İETT Umum Müdürü Sedat Erkekoğlu, 1959 yılında otobüslerde daha nezih ve kibar bir hava estirmek amacıyla kadın biletçi çalıştırmaya başlamış. Kitapta söyleşisine yer verilen biletçilerden biri de Ayşe Tuncalılar. İnsanların özel olarak çalıştığı otobüsleri beklediğini, bu nedenle rekor kıran hasılatlar yaptığını söyleyen Tuncalılar, başından geçen ilginç bir hatırayı şöyle anlatıyor:

Bir sabah işe gittik, garajda bir hareket. Ayhan Işık’la Türkan Şoray Otobüs Yolcuları filmini çekiyor. Ben resmi üniformamla hayli göze çarpıyordum. Ayhan Işık, ‘Hanım çok güzel, onu da dahil edelim’ dedi. Türkan Şoray istemedi beni.”

Son Haberler

İlgili Haberler