5.9 C
Almanya
Cuma, Mart 29, 2024

Gerçek demokrasi istiyoruz…

Birgün gazetesi, TSK içindeki bir grubun darbe girişiminin engellenmesinin ardından durum değerlendirmesi yaptı. Gazete, basın hürriyeti, temel hak ve özgürlükler, parlamentir sistem ve laikliğin hala büyük tehdit altında olduğunu yazdı. İşte son gelişmelerle ilgili durum değerlendirmesi:

Başladığımız noktaya geri dönelim. Darbe önlendi, evet. Peki demokrasi mi kazandı? Basın hürriyeti, temel haklar ve özgürlükler, parlamenter sistem, laiklik mi kazandı? Hepsi hâlâ büyük tehdit altında. Bunu düşünmek ve cevap vermek gerekiyor

gercek-bir-demokrasi-istiyoruz

Kendilerine “Yurtta Sulh Konseyi” adını veren bir grup asker tarafından, 15 Temmuz Cuma günü akşam saatlerinde başlatılan darbe girişimi başarılı olamadı. Emir-komuta hiyerarşisinin dışında bir cunta tarafından planlanan kalkışma, neticesi ne olursa olsun, Türkiye’nin AKP iktidarının politikaları sonucu ne denli karanlık ortama sürüklendiğini bir kez daha gözler önüne serdi.
Kuşkusuz ülkemizin temel sorunları olan adaletsizliğin, eşitsizliğin, hırsızlığın, yolsuzluğun, yoksulluğun çözümü ve anti demokratik savaş ortamından çıkışın yolu asla bir askeri darbe olamaz. Buna bağlı olarak halkın çıkarları adına askeri darbeden medet umulamaz ve kurtuluş bir cuntanın kalkışmasında görülemez. Darbe, sol adına bir seçenek olarak kabul edilemez.
Öte yandan 15 Temmuz darbe girişiminde, bir grup ordu mensubunun iktidarı ele geçirememesinin, AKP’liler ve medya tarafından yapıldığı gibi, “demokrasinin zaferi” olarak adlandırılması bazı gerçeklerin üzerini örtmeye hizmet etmektedir. Darbe de yanlıştır, AKP’nin katliam ve sömürü politikalarına dayalı gerici iktidarı da. İki yanlıştan birini tercih etmek, birini eleştirirken diğerini alkışlamak gibi bir zorunluluk yoktur. Bu hataya düşmemek için, Türkiye’nin 13 yıllık AKP iktidarında neler yaşandığını hatırlamak yeterli.

Ülkemiz AKP idaresinde, devlet yapısının İslamcı faşist ideoloji doğrultusunda dönüştürülmesine tanık oldu. Yargı, ordu, polis ve medya gibi alanlarda bu dönüşüm için kadrolaşma faaliyetleri yürütüldü. ‘Eski devlet zihniyetini temsil ettiği’ söylenen bürokratlar, yargı mensupları ve askerler tasfiye edildi. Yerlerini AKP’nin rejimi dönüştürürken en sağlam müttefiki olan Gülen Cemaati üyeleri doldurdu. Kumpas soruşturmalar ve davalarla insanların hayatıyla oynandı. Kimileri intihar etti, kimileri ölüme sürüklendi. Süreç içerisinde el ele veren AKP ve Gülen Cemaati, liberalleri de arkalarına alıp, memlekette kendilerinden olmayana adeta cehennemi yaşattı. Bu hukuksuzluklara itiraz edenler, “darbeci” ve “Ergenekoncu” olarak yaftalandı. AKP-Cemaat medyası ise bu algısal operasyonun baş mimarıydı. “Askeri vesayetle hesaplaşıldığı” ve “Türkiye’nin demokratikleştiği” gibi gerçek dışı argümanlar sık sık telaffuz edildi.

Geldiğimiz noktada adeta erken kalkanın operasyon yaptığı bir ülkeye dönüştük. AKP-Cemaat ittifakının bozulması, devlet içindeki kadrolaşmanın ve köşe kapmacanın boyutlarını gösterdi. Hukukun, siyasi çıkarların maşası olarak kullanıldığı tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Geçmişte yürütülen ve rejimin inşa edilmesi noktasında kullanılan davaların kumpas olduğu belgelendi. Şimdi hangi mahkemeyi kimin kontrol ettiği, hangi savcının kimin tarafında olduğu, hangi hâkimin kimden emir aldığı bilinemiyor. Bilinen tek gerçek, yargının adalet dağıtma vasfını artık tamamıyla yitirdiği ve mahkemelerin somut delillere göre değil aldıkları emirler doğrultusunda karar verdiği.

 Devlet teşkilatındaki bu değişimlere paralel olarak, toplum tarikat ağlarıyla kuşatıldı. Tıpkı rejim bazında olduğu gibi toplum nezdinde de laikliğin kazanımları büyük oranda silindi. Yoksul kesimler dinle kandırıldı. Gerici düşünceler ve çağdışı yaklaşımlar ülkenin kılcal damarlarına enjekte edildi. Soma’da katledilen madencileri sakinleştirmek için dinci dernekler kullanıldı, acılı insanların isyan etmemeleri için ayetler, hadisler kaynak olarak gösterildi. Çocuklar tecavüzcü vakıfların mahkûmu haline getirildi. Diyanet tarafından “Babanın öz kıza şehvet duymasının haram olmadığı” yönünde fetvalar yayıldı. Devlet okullarında, zorunlu din dersi ve değerler eğitimi adıyla Sünni İslamcı İslam öğretisi okutuldu. Öğrencilere nefret ve ayrımcılık ince ince nakşedildi. Dindar-kindar nesil yaratma projesi doğrultusunda eğitim müfredatı bilimsellikten uzaklaştırıldı, ders kitaplarının içi hurafelerle dolduruldu. AKP yönetimindeki 13 yıl boyunca bir nesil, IŞİD ideolojisiyle yoğruldu.

Darbe girişiminin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı “Meydanlara çıkın” çağrısına kulak verenlerin bir bölümü dikkat çekiciydi. Selefi-cihatçılar gibi giyinen ve sık sık tekbir getirenler, Boğaziçi Köprüsü’nde bir eri katletti. Dillerinde demokrasi sloganlarından çok şeriat talebi vardı. İnsan hakları, fikir özgürlüğü, katılımcılık ve çok seslilik gibi kavramlara pek yakın görünmüyorlardı.

Başladığımız noktaya geri dönelim. Darbe önlendi, evet. Peki demokrasi mi kazandı? Basın hürriyeti, yargı bağımsızlığı, bilimsel eğitim, temel haklar ve özgürlükler, parlamenter sistem, laiklik mi kazandı? Kadınlar, çocuklar, öğrenciler, halkların kardeşliği, LGBTİ’ler mi kazandı? İşçiler, köylüler, üretenler mi kazandı? Hepsi hâlâ büyük tehdit altında. Bu konuyu ciddi şekilde düşünmek ve cevap vermek gerekiyor.

AKP iktidarının darbe girişimine karşı aldığı tutum, girişimin püskürtülmesinin ardından söylenen sözler, bu olayın Saray rejimi tarafından nasıl araçsallaştırılacağını kanıtlar nitelikte. Türkiye halkı bugün, dünden daha fazla tehdit altındadır. Bu olay üzerinden siyasi projelerine ivme kazandırmak isteyen AKP, başkanlık rejimi başta olmak üzere tüm saldırı planlarını devreye sokmaya çalışacaktır.

BirGün

Son Haberler

İlgili Haberler